[vc_row class="anti-130"][vc_column alignment_setting="1" desktop_alignment="text-center" desktop_mini_alignment="md-text-center" ipad_alignment="sm-text-center" mobile_alignment="xs-text-center" width="1/1" class="new-p"][vc_column_text]

1.

Elif, lam, mim…

Ey Tanrı, kanlı yeryüzü için,

Hangi şiiri yazayım

Cennet de cehennem

Araf, bu dünyadadır.

Bazen bir bataklık acıtan

Kötülüğü yaratan insan

Hissettikleriniz dışında

Kapanır demir kapılar

Açılır gerçeğin sayfaları

Irmaklar akar boşlukta

Kızgın ahret soruları,

Eskir üşüyen ayetler

İnançlardır yetişilemeyen

Aşk hariç sorgulanırlar

Unutmak anımsamamaktır

Adsız sevgilim köklerim nerede

Hoyrat duruşlarım benim

Anılar anılarımızın arasında

Keşifler kentinden geliyorum

Hüzün ve çamur semtlerinden

Geliyorum kendimden

Senden geliyorum

Acıtan ne varsa her şeyde kalbimi

Bir eşya gibi hissediyorum

Kırılmış bir çağda kendimi

Buzullar arasında sümbül kokuları

Olur mu sarhoş gece yarısı

Yazılmış kötü şiirler gibi

Beni teselli eden

Sadece tutkulu aşk acıları

Boz günlerin esmer süreminde

Çimenlerin ıslak özgürlüğü

Postalların altına yapışıyor

Armalar, aptallıklar, rozetler

Taşıyor insanlar yakalarında

Kollarında eğilip bükülmeyi

Hafızasız gelgitlerde çaresizlik

Kazıyorum yeniden kare köklerimi

Bir lambanın cılız ısısında

Pır pır aşklar arıyorum budalaca

Aşk ihanet ediyor sevgilim

İyi olan bütün aşıklara

Uç verirken aniden ölüm kemikler gibi

Yazboz tahtasına dönen buruk hayatlarımızda

Şimdi hiçbir Akdeniz’e sığdıramıyorum güzellikleri

Ellerimizden uçuveren gençlik arzularımız

Bildiğimiz miskin eşiklerin üzerinden

Yazıtları inkar ederek atladığımız

Tomurcuk almayı unuttuğumuz ceplerimize

Otlarla arıtılmış şu doğada

Su vermediğimiz yorgun ağaçlara

Oldu mu, vermedik mi sevgilim

Yaprakların ağlayan sonbahar hışırtısında

Yeryüzü ayinlerine katılmıştık gün batımlarında

Oysa kamyon kasalarına sığdırılmış pamuk işçileri gibi

Yaşamın yanıbaşında görüp

Göreceğimiz sadece bir trajediydi

Büyülü reklam panoları

Yazı masalarının ince nezaketi

Bitecek ışıklı hayat

Bir bıçak gibi ucu sivri

Yüzeyimizde ne varsa,

Ne var,

Derinliğimizde kutsal mı sanki

Yaşadığımız bütün acılar

Hayvanların masum sıcaklığı

Zalim dünyanın bütün coğrafyaları

Sevişmek hariç şu yeryüzü

Gökyüzünden bir insanat bahçesi

Kasabalardaki tutkusuz manastırlar

Düşlerimizde de yakılmalı

Şimdi alacakaranlıkta kurbanlar

Yaratmak için vahşetin şifresini

Sırayla adak edildiler, nedense,

Buraların insanı az, tanrısı çoktu

Kalp yaraları çerçevelenip

Sadece bakılmak içindi bu asırda

Taşıdı üzüntü bulutlarını kuraklık

Bütün dualarda soytarı sahtelik

Utanmaz es- es sıcaklığında

Gömülü bir hazineydi aşk

Hayat soğuktu yirminci asırda

2.

Söyleyin bizim yazgımız

İlk aşkımız nerede

Günlerimiz birdirbirdi

Çocukluğumuz kaldı geride

Aşınmış kalpler:

Gönye, pergel, silgi

Solgun ilkokul sıralarında

Kulaklarımız çekilmişti

Yağmur gibi geliyorum üstünüze

Söyleyin her şeyin,

Gidenin sonranın sonrasına,

Varsaydı insan,

Bir kaşif olurdu

Hayatı yeniden arayan

Söyleyin ey,

Tanrı sesleri, kilise çanları

Ayaklarınızın altında bir karıncanın

Ezilişi kadar gerçek miydi

Antik kentlerde gömülmüş gizem

Elimizde düşlerimizden kalma şekerleme

Göğsümüzde buruşmuş nergis demeti

Aradığımız neydi

Bildiklerimizi unuttuk

Alevler kucağımızda

Her şey yeni bir idam yöntemi mi

Şöminedeki ateş

Bir ışık huzmesinde

Gidebilmek bu dünyadan

Ah bir duvar yazısı geçmiş

Çocuksu gösterilerle avuttuğumuz

Yalanlar gibi ah aşksız

Zavallı, sevgili hayatlarımız

Şimdi bir esinti arıyorum

Kötü yüzler, eksik başlar

Öksüz kalmış bir yanardağ

Kendimle sevişiyor bedenim

İşte sonuç, vahşi bir şeyim

Koşmak istiyorum sonsuz

Şimşekler doldurup kesekağıdıma

Düşünün ormanların güzelliğini

Soruyorum hey

Ne bırakıyoruz ardımızda

O şehir artık küflenmiştir

Kardeşlerim ağlıyorum

Hayatın kenarı bile acıyor

Dostlarım bir yasemen

Kaldırımlarda kardır çürüyen

Üşüyor seher vakti insan

Kalbim çağrılı ölüyorum

Şiirler, şairler, şiir yazıcıları

Namık kendim hey Tuğrul

Mehmet, Nevzat

Önder, Ahmet Telli

Vicdan her şeye sestir

Haftalık kelebek ömrü

Dokunaklı bir tutku

Ağustos böcekleri yalancı

Kısa yaşayan insandır aslen

Kim bilir paylaştığımız vadi,

Belleğimiz sanki kuş

Kanatların çırpınışı

Anımsamamak unutmaktır

Yalancıyız sevgilim

Neyi anımsar bu toprak

Her şey aslında çok acı

3.

Durun biraz salaklaşın,

Bir şey var anlatmadığım

Galiba inanlık hali

Kendisiyle sakıncalı

Tutkulu başkaldırılar

Umutsuz geleceğin mutsuz dilencisi

Tütün kokan ellerimde sakladığım küfürname

En çok eşkıya ruhumun müjdecisi

Devrik bir cümle tadında

Teneke çalıyorum gece yarıları

İşte ağlarına takıldım

Takıldık sonunda vahşi hayatın

Bir Yahudi çarşısında sözcükler

Kırmızı ve masum,

Topluyoruz kalbimizde çalıntı

Kara bir tül ardından bakarken dünyaya

Düşünün çocuklar için avuçlarımda

Mavi bir gök biriktirdim andaçlarımda

 Sakladığım umutlu efsaneler

Kötülük avcısı, bekliyorum pusuda

Ne yazık bu görkemli yerküre

Yüzlerce yalancının elinde

Batıyor deniz kestaneleri tabularımız

Yarattığımız bütün güzelliklere

Ey insan,

Kötüsün.

Bir düşkün,

Önce doğan sonra

Sokaklarda terk edilen ölüm

Artık mezar taşlarında bile rafa

Kaldırdığımız titrek yalnızlık hali

Kan bedenden çekilirken

Ne çok acıttı bu asır

Aşkı, çocukları

Duyuyorum, görüyorum, yürüyorum;

Çırılçıplak bir nehrin ortasında

Bir başıma yüzüyorum

İnan anlatamıyorum anlaşılmayı kendime,

Hiçbir şeyi, palyaçoyum sevgilim

Oysa bütün zamanlarında

Aşk vardı kalbimin

Zamanlarında bütün ömrümün

Bir insanla çoğalmak

Tutmak ellerini

Öpmek okşamak

Resimlerin sararmış içinde

Dünyayı kurtarmaktı belki de

Oysa şimdi zaptedemiyorum

İskele başındaki gemilerimi

Caddelerin bile gürültüye ihaneti

Bu yüzden miydi,

Aşk,

İşte bu yüzden mi eskitendi

Haydi başlarınızı kaldırın

Görün, bizim palyaçolar ağlar

Biliyorum sağnaktan ıslanmış

Kederlidir bazen, bütün kaldırımlar

Şimdi ılık bir yağmur damlası gözlerimizde

Durgun ve körleşen bakışlar eşliğinde

Tören kıtasının önünden geçiyorum

Karışıyorum basiretsiz bir kalabalığa

Önce gülüyorum sessiz

İnsan, aşk

Ölüm ve yitiş

Hiçliğin üstünlüğü için

Çoşkuyla ağlıyorum sonsuz

Çocuk hallerimiz

Çocuk ellerimiz

Ne çok güzel

Sadece bir ışık huzmesinde mülksüz

Geçip gitmek bu cevapsız dünyadan

Ne güzel

Hey aşk için,

Durmayın şarap için,

Hayatın anlamı

Anlamsızlığı için,

Alevli gözyaşlarınızı

Gökyüzü pınarından için

4.

Bakıyorum dışarıda pus

Biriktirmiş sonbahar

Kırık dökük bir pusula elimde

Düşünmek ile düşünmemek arasında

Çok püsküllü bir hüzünde

Topluyorum kendimi

5.

Vicdanınız hayatınızdır

Bütün akşamüstleri ve kalbimiz

Büyür vahşi deniz kıyılarında

Ömürlerimiz kanatlanarak geçti

Sanki bir kuş uçuverdi

Acıağaçlar gibi köklerini,

Sonsuzluğa salmış pulsuz zaman

Eskiyen eriyen kanamış

Yüzlerin enkazları altından,

İnsanın insanca aforoz edildiği

Alabora olmuş dünyada

Yaşasın bitiyor yirminci asır

Kocaman ağıtlar eşliğinde

Esen kırmızı rüzgarlarla

Ömrüm yeryüzü bahçelerinde

Kederli bir yaz

Kalbim imkansız,

Hissetmemeye dayanamaz

Akvaryumlardaki ahali

Ben şair

Biz, kimsiniz

Su,

Bu deniz

Bu toprak

Bu dünya,

Şu yeşil bahçeler

Eşsiz okyanuslar

Kalıyor, kalıyor burada

Çok şükür öğrendim

İnsan geçicidir,

Yaşamak fesleğen kokusu

Güzel bir hiçlik aslında

Sinendir avuçlarımıza,

Anlayanlar anlar beni,

Nöbet tuttum, yenildim

Usanmadan hayat kapılarında

Ömrüm şu yeryüzü bahçelerinde

Kederli bir yaz

Kalbim imkansızı,

Hissetmemeye dayanamaz

Beklemeyin, iki kere iki

Anladım yeryüzünden

Kuşku duyup geçenleri

Dört etmez hayatlarımızda,

Yaşamak yine elde var sıfır

Çocukken ezberleyemediğimiz kerat cetveli

Hükümlü bir sözcük oluyor dudaklarımızda

Kimsiniz ey

Kimiz,

Bu gemi

Bu dalgalı karmaşık deniz

Dibinde yosunlar

Bütün kötülükler

Uzaktaki balıkçı tekneleri

Savaşlar, kan, acı

Aşksız bırakışımız güzelim aşkı

Sonra çok bilmişliğimiz

Bu gökkubbenin altında:

İşte parlayan yıldız,

Tanrınıza çıkan yollar

Söyleyin hey

Her şeyi nasıl bilebiliriz

Ömrüm yeryüzü bahçelerinde

Kederli bir yaz,

Kalbim imkansız

Hissetmemeye dayanamaz

6.

Ben şair

İnsanı çok sevdim, en çoğundan

Aşka aşık oldum

Dinledim bir zaman çalıbülbüllerini

Elimde ağlayan kırmızı güllerle

Beklediğim oldu sevgililerimi

Bir yanda güneş

Fotoğrafa terk ederken kendisini

Ay doğuyordu tepede, onu da gördüm

Şarap içtim sarhoş dağlarla

Avuçlarıma hapsettim gökyüzünü

Ben şair,

Siz mülk sahipleri

Mesela hiç

Denizde seviştiniz mi

Martılarım oldu siren

Sesli eylüllerim

İnsanı insana ağlatan

Zorbalıklarım oldu benim

Yaralandı her şeyim:

Utandım, incindim

Ölmüş arkadaşlarım,

Tutkulu acılarım tutsaktı

Görüş günlerim kartpostal

Ben şair

Ömrüm yeryüzü bahçelerinde

Kederli bir yaz

Kalbim imkansızı

Hissetmemeye dayanamaz

7.

Sokak çocuklarının gözyaşları

Gibi yanıp sönen ateş böcekleri

Sezgiler,

Aşk,

Yağmur,

Kış, kıyamet, kar

İşte bir sonbahar,

Hüznüydüm kapınızda

Yeminle geldim

Dayandım

Açmadınız,

Kanatlanarak geçti gönüllerimizde

Budanmış yaralı zamanlarımızda

8.

Ben şair,

Aşkta aldatıldığım oldu

Yenildiğim kavgalarda

Bıkmadım, yürüdüm, inandım,

Hiç terk etmedim ölümü

Ben şair,

İnsanı sevmeye dair,

Ne bulursam yaşadım…

Sarılmadım insansız dallara

Unutmadım düşünmeyi ölü kardeşlerimi

İstemedim boyuma göre dolaptan

Kullanılmış bir hayat seçmeyi

Ben şair,

Dedim, hayatı sevmeye dair:

Çoğalsın ellerimiz

Yenilsin yalnızlık

Kahkahalar yayılsın

Her yanımız çocukluk

Ben şair, anladım:

Ömürlerimiz yeryüzü bahçelerinde

Sadece kederli bir yazdır

Kalplerimiz hissetmedikçe

İmkansız, dayanılmazdır

[/vc_column_text][brando_separator brando_height="30px"][brando_button button_style="style1" brando_button_preview_image="style1" button_type="medium" margin_setting="1" desktop_margin="margin-0auto" ipad_margin="sm-margin-0auto" mobile_margin="xs-margin-0auto" button_text="url:http%3A%2F%2Funalersozlu.com%2Fsiirler%2F|title:T%C3%BCm%20%C5%9Eiirler||"][/vc_column][/vc_row]